18 Temmuz 2016 Pazartesi

Kaleciliğin Kitabını Yazan Adam: Haluk Kaplan


Kalecilik, futbol oyunun en nankör ve en zor görevlerinden birisi kuşkusuz. Kaleciler koskoca statlarda, binlerce kişi önünde tek başlarına, yalnızdırlar. Doksan dakika boyunca takım arkadaşlarına sırtlarını dönmeden iki direk arasında kaleyi rakip ataklardan savunmaya çalışırlar. Topun peşinde değildirler ama daima topun karşısında dururlar. Keza bu özellikleri onları sahadaki diğer on kişiden ayırmaktadır.
Ölü noktaya giden bir topu çıkarmaları ya da gol yememeleri normal bir durumdur. Ancak gol yendiğinde bütün sorumluluk onlara yüklenir. Hedef tahtasına onlar geçer ve bir sonraki maça kadar yerden yere vururuz onları. Ceza sahasında olmadık bir müdahale yapıp penaltıya sebebiyet veren defans oyuncusuna kızmak yerine penaltı vuruşunda ‘bir topu tutamıyor ya, bu nasıl kaleci’ deriz. Bunları söyleriz, söyleniriz. Aslında 7.32 metre genişliğinde, 2.44 yüksekliğinde kaleyi savunmak kolay bir iş olmadığı gibi her baba yiğidin de harcı değildir… Buradan yola çıkarak kutsal bir görevi icra eden kalecilerin psikolojisini, kaleci antrenörlerinin çalışmalarını ve Türkiye’deki kalecilik konusunu futbolumuzun gözden kaçırdığı kaleci antrenörlerinden biri olan Haluk Kaplan ile konuştuk. Bilge teknik adamın düşüncelerinin kalecilere, kaleci antrenörü olmak isteyenlere yol gösterebileceğini düşündüğümüz için röportajda herhangi bir kesinti yapmadık, hoca ne söylediyse harfiyen buraya aktardık. İyi okumalar.
İyi bir kaleciyi nasıl tanımlarsınız? İyi bir kaleci antrenörü olmanın gerekleri nelerdir?
A-Takım seviyesi için benim değerlendirmeme bakacak olursak; maç oynayan kaleci dengeli ve istikrarlı iyi bir performans sergiliyorsa kaleci antrenörü iyidir. Diğer kalecilerin durumu da sıkıntı yaratmayacak derecede ise memnun olunan antrenördür. Eğer oynayan kaleci de diğerleri de performanslarının en zirvesinde ve sezonun geneline yayılmışsa kaleci antrenörü başarılıdır. Bir taraftan da, genç bir kaleciyi A takıma kazandırmışsa çok başarılıdır. Hazırladığı kalecinin mevkisinin ne kadar hassas ve özel olduğunun farkında olan kaleci antrenörü zaten önemli aşama kaydetmiş demektir. Teknik, taktik, kondisyon ve psikoloji konularında kalecilerini hazırlama eğiliminde olanlar ise başarıya daha yakındır. Kaleciliğin temel prensipleri pek bir değişikliğe uğramasa da, çalışma metotlarında her geçen gün yenilikler oluyor. Kaleciler bu yenilikleri fark ederken kaleci antrenörü haberdar değilse orada bütünlüğü oluşturma konusunda sıkıntı doğabilmektedir. Diğer yandan, maçlarda yaşanabilecek pozisyonlara yönelik çalışmalarda kaleci antrenörlerine önemli bir sorumluluk düşmektedir. Eğer kendisi rakip futbolcu rolünü üstlenmişse ayak tekniği anlamında o rolü yerine getirebilmelidir. Hem sağ hem de sol ayaklı futbolcuların her ikisinin de rolünü üstlenebilecek durumda ise daha mükemmeldir. Fizik olarak da çalışmaların temposuna ayak uydurabilmelidir.

Kaleci antrenörlerinin teknik ekip içerisindeki yeri nedir?
Kaleci antrenörü, teknik direktörün oynatmak istediği oyun sistemini ve stratejisini çok iyi bilmelidir. Bu anlayış doğrultusunda kalecilerine özel görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Kalecilerin antrenman ve maç performanslarını sadece kendi bakış açısına göre değerlendirmekle yetinmemeli, teknik ekibin düşüncelerini de dikkate almalıdır. Hatta takım oyuncularının kalecilere olan güven duygusunun ne seviyede olduğunu anlamaya çalışması da önemlidir. Teknik ekip içerisinde kaleci antrenörlüğü görevi yanında bilgi ve becerisine göre görev ve sorumluluklar alabilmeli, ekip içerisinde total başarıya hizmet edebilmelidir. Teknik ekibin, kaleci antrenörüne duyduğu güvenin kalecilerin performansını doğrudan etkilediği de göz ardı edilmemelidir. Kaleci antrenörü, kalecilerle bireysel antrenör gibi çalışıyor olsa da onları takım oyunu içerisine adapte etmesi gerektiği de gözden kaçırılmaması gereken önemli bir konudur.
Kaleci antrenörlüğü kurslarındaki işleyiş nasıl? Burada verilen eğitimleri yeterli buluyor musunuz?
Hangi meslek olursa olsun, sadece kurs bitirmekle yeterlilik belgesi almış oluyorsunuz. O mesleğin erbabı olabilmek için ise daha çok bilgi birikimine sahip olmaya çalışmak, bilgileri düzenli olarak güncellemek, gelişimi ön planda tutmak ve deneyim yaşamak gerekiyor. Ülkemizde son döneme baktığımızda TFF Eğitim Dairesi kaleci antrenör birimince yürütülen kaleci antrenör eğitimi ve kursları Milli Takımlar Kaleci Departmanı iradesinde faaliyet göstermektedir. Her iki birim arasında koordinasyonun sağlanmış olması her ne kadar olumlu görünse de, orta ve uzun vadede olumsuzluklar yaşamaya açık görünmektedir. Biliyoruz ki, A Milli Takım teknik ekibinin devamlılığında maç performansları belirleyici olmaktadır. Olası bir teknik ekip değişikliğinde A Milli Takım kaleci antrenörü, dolayısıyla Milli Takımlar Kaleci Departman sorumlusu da değişmektedir. Devamlılık esasına bağlı bir işleyişe sahip olmadığımıza göre burada sonsuz bir istikrarsızlık söz konusu olmaktadır.
İki türlü çözüm olduğunu düşünüyorum. Birincisi Eğitim Dairesi kaleci birimi ve Milli Takımlar Kaleci Departmanı birbirinden ayrılmalıdır. İkincisi ve bana göre de olması gereken Milli Takımlar Kaleci Departman sorumlusunun A Milli Takım teknik direktöründen bağımsız süreyle görev yapmasıdır. Zira A Milli Takımın maç performansına bağlı süre ile Türk kaleciliğine yön vermeye çalışmak kabul edilebilir bir yöntem değildir.
Kaleci yetiştiriciliği konusunda kuşkusuz büyük sıkıntı yaşıyoruz. Bu durumu ufak yaşlardaki çocukların hep oyunda olmak istemesi, gol atmak ve attırmak gibi rollerde olma hazlarına kısmen bağlayabilir miyiz?
Önce çocukların “kaleciliğe adım” sürecine bir bakalım. Biliyorsunuz çocuklar enerji doludur. Koştuklarında, hareket halinde olduklarında mutludurlar. Doğal olarak futbol topunun peşinden koşmak, şut atmak onlar için son derece keyif vericidir. Çocukların minik kalplerindeki futbol sevgisi zamanla artar ve takım tutma eğilimleri başlar. Beğendikleri oyuncular ile kendilerini özdeşleştirmeleri ve rol model alma durumları ortaya çıkar. Bu çocuklardan bazıları da kalecilere ilgi duyarlar. Farklı kıyafetler, renkli eldivenler, topu tutup yere düşmeler haz verir. Kendi aralarındaki oyunlarda kaleye geçme istekleri başlar ve kendilerini model aldıkları kaleci gibi hissederler. Onun gibi giyinmeye, topu onun gibi tutmaya, onun gibi plonjon yapmaya çalışırlar. Tam bu dönemlerde bir kulüpte de eğitim almaya başlarlarsa kaleci olmaya aday duruma gelirler. Bir taraftan kendi yaş grubunda çalışmalara devam eder maç oynarken diğer yandan izlediği maçlarda kalecilere, özellikle de model aldığı kaleciye daha fazla dikkat etmeye başlar. İzlediği kalecinin pozisyonlardaki başarısı onu daha da şevklendirir. Aynı kurtarışları maçta kendisinin de yapabileceğini hayal eder. Yaşı büyüdükçe, aldığı eğitimle ve kalecilik bilgisi de arttıkça başka kalecileri de model almaya başlar. Buluğ çağını geçtiği dönemde fiziksel yapısı ve kalecilik becerisi belirginleşir. Ruhsal durumu da destekliyorsa performans kalecisi olmaya aday demektir. Bu eşiği geçmişse takip ve taklit ettiği kalecilerin yanında kendi kaleci karakteri de gelişmeye başlar. Son aşamaya gelindiğinde ise skorun birinci öncelik olduğu maçlarda performans kalecisi olarak görev alır. Çocukların ilgi duydukları aktivitelerde kim popülerse onu model almaya çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Ülkemizde çocukların model alabileceği popülaritesi yüksek yerli ve yabancı futbolcu sayısı kaleci sayısı ile kıyaslanamayacak kadar fazla olunca çocuklar doğal olarak futbolcu olup topu ayakla oynayan olmak istiyorlar. Bir de popülaritesi yüksek ve rol model alabilecekleri kaleci sayısı çok az olunca kaleciliğe ilgi duyan çocuk sayısı da az oluyor. Başta Süper Lig’in büyük takımlarının kalecileri olmak üzere tüm performans kalecilerinin, kulüplerine karşı sorumlulukları yanında çocuklarımızın kaleciliği seçmesinde tercih sebebi olma gibi bir sorumlulukları da vardır. Bunu gözardı etmemeleri hatta milli bir görev gibi değerlendirmeleri gerekmektedir.

Yabancı sınırlamasının kaldırılmasından sonra Türk kalecilerin bu rekabet ortamındaki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Bu sezon Süper Lig’de yer alan takımların yarısında yabancı kaleciler görev alıyor. Bir önceki sezonda da durum çok farklı değildi. Yabancı oyuncu sınırlamasının kaldırılmış olmasından ziyade kulüplerin Türk kalecilerde aradığını bulamamış olma düşüncesi ligdeki yabancı kaleci sayısının çoğalmasına neden oluyor. Muslera’yı farklı bir yere koyarsak, ben Türk kalecilerin ülkemizde oynayan yabancı kalecilerin takımlarına sağladığı katkıyı sağlayabileceklerini biliyorum. Kaleci becerisi olarak yeterli potansiyele sahip olduklarını da net olarak söyleyebilirim. Yapılması gereken kalecilerimizde olan potansiyelin yüksek performansa dönüşmesini sağlayacak metotların uygulanmasıdır. Nasıl oluyor da ülkemize geldikten sonra isimlerini öğrendiğimiz bir çok kaleci hala oynamaya devam ediyor? Benim için bu sorunun tek bir cevabı var: Ne yazık ki takip edebildiğim kadarıyla kalecilerimizin çok büyük bir çoğunluğu limbik sistem (duygusal beyin) üzerinden hayatını yönlendiriyor. Mesleki reaksiyonları da bu sistem üzerinden oluyor. Motivasyon dediğimiz faktörle geçici yükselişler yaşatabiliyor olsak da kalecilerimizin inişli çıkışlı hatta inen ve bir daha çıkmayan performanslarının gerçek sebeplerini buralarda aramalıyız. Böylece doğru sonuca gidebilir ve onların performanslarını kalıcı bir şekilde daha yukarılara taşıyabiliriz.
‘Kaledeki yalnızlık’ futbolun doğasında var şüphesiz. Kötü giden bir süreçte fatura ne defans dörtlüsüne ne de defansa yardıma gelmeyen kanat oyuncularına kesilir. Genelde hedef tahtası kaleciler olur. Böylesine bir kritik pozisyonda görev yapan kalecilerin psikolojileri de diğer oyunculara nazaran farklı olur. Kaleci antrenörü olarak oyunculara ne gibi psikolojik destekte bulunuyorsunuz?
Yalnızlık terk edilmişliğin, bir başına kalmışlığın, dost ve arkadaş yoksunluğunun ifadesidir desek herhalde yanlış olmaz. Kalecinin durumu ise tamamen farklıdır. Görevi gereği çizgilerle belirlenmiş alanda topu elle tutabilme serbestliği olan kaleci, tabi ki futbolcular gibi sahanın diğer alanlarına koşular yapmıyor (istisnai durumlar hariç). Her gol sevincinde takım arkadaşlarını kucaklayamıyor fakat sürekli onlarla iletişim halinde olduklarında yalnızlıktan söz etmemiz çok doğru olmaz. Kaleciler mevkilerinin görev ve sorumluluklarını iyi bilirler ve mevki seçimlerini bu doğrultuda yapmışlardır. O halde seçilmiş yalnızlık, yalnızlık değildir. İletişimi tamamen kopmuş insanların durumu yalnızlıktır. Futbol oyununda daha çok hücum eden, oyunun büyük çoğunluğunu 2. ve 3. bölgede oynayan takımların kalecileri bazen yere yatmadan maçı bitirebiliyor. Böyle zamanlarda kaleciler için oyunun içinde olmak ve pozisyon hakimiyeti konularında sıkıntılar yaşayabiliyorlar. Kaleciler oyunun uzakta oynandığı bölümde futbol dışı konuları düşünmeye meyillidirler. Bazen tribündeki her hangi bir objeye takılabilirler, maç sonrasına yönelik kişisel plan yapma eğilimde olabilirler. Aile fertleri gözlerinin önüne gelecek kadar oyundan uzaklaşabilirler.
Kalecilerin oyundan uzaklaşmamaları adına onlara bir takım sorumluluklar vermek etkili bir yöntemdir. Takımın topa sahip olduğu bölümde hücum organizasyonunun teknik direktörün sistemi ve taktiksel anlayışı içerisinde gelişip gelişmediğini takip etmek ve ikazlarda bulunmak takıma katkı sağladığı kadar kalecinin kendi maç konsantrasyonunu da aktif halde tutar. Oyunu ihtiyaç duyulan konsantrasyonla oynayabilen kalecinin performansı her zaman yüksek olur. Kalecilik futbol oyununun sorumluluğu en ağır mevkisidir. Hiçbir hata pas geçilmez, hepsi gözler önüne serilir ve eleştiriye tabi tutulur. Hatta bazen kalecinin de bir insan olduğu unutulacak kadar ileri gidilir. ‘Futbol hatalar oyunudur’ diyenlerin kaleci hatalarını şiddetle eleştirmeleri de bir ironidir. Kaleci bilmelidir ki o, arkadaşlarının hatasını telafi edebilir fakat onun hatalarını telafi edecek birileri olmayacaktır. Bazen arslanlara atılan yem gibi eleştirmenlerin ağır eleştirilerine maruz kalacaktır. Yediği bir gol sonrası kendi taraftarlarının ıslıkladığı tarifi imkansız duyguları yaşadığı anlar olacaktır (yaşanabilecek olumsuzluklar adına örnekleri çoğaltmak mümkün). Kaleciliğe talip olan kişi bütün bu zorlukları bilir ve üstesinden gelebileceği düşüncesi ile bu zor mevkiye talip olur. Zorlukların üstesinden gelebilecek iradeye sahip, haklı eleştirileri olgunlukla karşılayan ve onları anlayabilen, cesaretle ve hiçbir öz güven kaybı yaşamadan işini en etkin bir şekilde yapma gayretinde olan kaleciler için başarının kapıları sonuna kadar açıktır. Kalecilerin bu olumlu ruhsal yapıda olabilmelerini sağlamak ise kaleci antrenörlerinin başarı seviyeleri adına bir değerlendirme unsurudur.

Kalecilere genelde deli, asabi, çılgın yakıştırması yapılır. Hatta futbolumuzda bu tarz kelimelerle bütünleştirecek birçok isim var. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kaleciler için kullandığımız “deli” ifadesini esasında literatürdeki manada kullanmıyoruz. Yoksa aklı dengesi bozuk, ruh hastası birisine büyük yatırımların yapıldığı futbol takımının kalesi nasıl teslim edilebilir. Kalecilik mevki itibarıyla o kadar sıradışı bir görevdir ki kalecilerin de sıradışı davranışlar sergiliyor olması normaldir. Kalede enerji dolu, coşkun, kimi zaman çılgın bir kaleciyi izlemekten hangimiz haz duymayız? Çılgınlık kalecilikte önemli bir ruh halidir ve aynı zamanda hata yapmaktan korkmama sanatıdır. Hiçbir pozisyonda rakibe teslim olmayan, enerji yüklü, takım arkadaşları ile sürekli diyalog halinde olan, mevkinin bütün inceliklerini bilen ve hata yapmaktan asla korkmayan cesur ve iradeli bir insan… İşte onun adı kaleci… Şimdi siz değerlendirin kaleci deli midir? Değil midir?
Bir başka pencereden bakarsak aslında delilik hepimizin ruhunda var ve farklı biçimlerde yansıtabiliyoruz. Erasmus “Deliliğe Methiye” kitabında bakın deliliği ne kadar güzel ifade ediyor: “Akıl ne kadar can sıkıcı ve azap vericiyse, delilik o kadar hafif ve keyiflidir. Devam eden her şeyde delilikten bir parça vardır! Her güçlük karşısında başvurulan delilikler olmasa nasıl yaşanır?” O halde kim birazcık deli olmak istemez ki?
Genelde herkes  kaleciler için ‘Yenilecek golü yesin tutulacak topu tutsun’ derler. Kaleci antrenörü olarak bu düşünceye katılıyor musunuz?
Sorunuza öncelikle soruyla cevap vermek ve bana göre kaleciyi tanımlamak isterim. Bir maç düşünün; teknik direktör takımın oynadığı oyundan memnun, isteklerinin sahaya yansıdığını düşünüyor. Taraftar coşkulu ve sonuca gideceklerinden emin.. Derken çok kolay bir yüksek topta kaleci zamanlama hatası yapıyor, boşa çıkıyor ve gol oluyor. Maçın genelinde kaleci birkaç pozisyonda beklenmedik kurtarış yapıyor ama maç 1-0 sona eriyor. Bir başka maçta takım yine iyi oynuyor hatta kaleci de bazı pozisyonlarda başarılı performans sergiliyor.. Defans oyuncusu topu rastgele uzaklaştırmak yerine rahat pozisyonda olan kalecisine oynuyor. Kaleci kolaylıkla pas verebileceği arkadaşı olmasına rağmen zor olanı seçip rizikolu bir pas kullanıyor. Rakip oyuncu topu kazanıyor ve gol yapıyor. Takım maçı lehine çevirmeye çalışırken bir tane de hızlı hücumdan gol yiyor. Kazanabilecekleri maç net bir mağlubiyete dönüşüyor. Teknik direktör olsanız yahut takımın sempatizanı olsanız, her maç olağanüstü kurtarış yapabilme potansiyeline rağmen her an beklenmedik çok basit hata yapabilen bir kaleci ister miydiniz? Benim için iyi kalecinin karşılığı; öncelikle zorluk derecesi düşük toplara müdahalede başarı oranını maksimum seviyeye çıkarmak ve sezon boyu istikrarı yakalayabilmektir. Bu tip bir kaleci her zaman güven verir. Sistematik çalışmalar sonucunda istikrarı yakalayan kalecinin, zorluk derecesi düşük olduğunu düşündüğü müdahaleleri izleyenler olağanüstü kurtarış olarak alkışlarken o pozisyon, kalecinin algısında son derece kolaydır. O halde diyebiliriz ki, “basit doğruları istikrarlı bir şekilde yaparak üstün performansı yakalayan kaleci en ideal olanıdır.”

Her ülkenin farklı kalecilik modelleri var. Bu modeller ülkelerin futbol kültürüyle ilintili olarak ortaya çıkıyor ve gelişiyor. Dünya futboluyla kıyasladığınızda Türk kalecilik modelini nasıl tanımlarsınız?
Geçmişten günümüze baktığımızda bir Alman ekolünü hepimiz biliyoruz. Keza Slav ırkına hitap eden bir de Yugoslav ekolü vardı. Daha sonraları Latin Amerika’da bir model gelişti. Ülkemizin kendisine ait bir kaleci modeli olmasa da, Yugoslav ekolünün yoğun etkisini görmek mümkündür. Türk futbol tarihine baktığımızda Ivançeviç’ten Simoviç’e, Ljukovcan’dan Hasagiç’e Yugoslav ekolünde yetişmiş çok sayıda kaleci geldi. Performansları ile Türk kaleciler için idol oldular. Kaleci antrenörlüğünün olmadığı dönemlerde ise onlarla birlikte aynı takımda bulunma imkanını yakalayan kaleciler teknik, taktik ve kaleciliğin felsefi yönü hakkında daha donanımlı hale geldiler.
Geçen zaman içerisinde Yugoslav kaleci ekolü ülke genelinde farkında olmadan yaygın bir şekilde Türk kaleciliğine yön verir hal aldı. Son dönemde Latin Amerika’dan gelen Cordoba’nın yarı vole vuruşları ile uzun mesafeli isabetli pasları onu fenomen haline getirdi. Bir başka Latin Amerikalı kaleci Muslera, kalede doğru pozisyon almanın kritik kurtarışlar da ne kadar önemli olduğunu her sezon hatırlatmaya devam ediyor. Günümüzde takımın pas trafiği içerisine dahil edilen kaleciler, ayak tekniğini daha etkin kullanmaya zorlanıyorlar. Ne yazık ki ülkemizde bu konu henüz istenilen seviyeye gelemedi. Sonuç olarak ülkemize has bir modele sahip olmasak da kalecilik konusunda global bilgiye sahibiz diyebiliriz. Son yıllarda birçok ülkenin milli takım seviyesindeki kalecileri kulüplerimizce transfer ediliyorlar. Bizler de onların kalecilik özelliklerini yakından tanıma imkanı bulabiliyoruz. Hangi ülke ne tür kaleci eğitim modeli uygularsa uygulasın gerçek şu ki, bir kaleci en kısa yoldan ve en kısa sürede topa müdahale edebilmelidir. Zira bu anlayış kaleciliğin temelini oluşturmaktadır.
Gittiğiniz takımlarda kalecilere sihirli dokunuşlar yapıyorsunuz. Ali Şaşal’ın Milli Takıma kadar yükselişinde sizin payınız var. Yine aynı şekilde Fevzi Elmas ve Soner Şahin’in de gelişiminde sizin çalışmalarınızın etkisini görüyoruz. Bunun yanı sıra Haydar Yılmaz, Kazım Sarı ve İsmail Şahmalı gibi belli bir yaşa erişmiş/belli bir seviyeye gelmiş isimlere eşik attırıp yeniden doğmalarına vesile oldunuz. Bunun sırrı nedir? Ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Çalıştığım her kaleciyi işlenmesi gereken kıymetli bir maden gibi görüyorum. Onu işlemek ruhsal yapı ile başlıyor. Bu konu ise bir röportaj süresine sığmayacak kadar geniş ve derin… Çalıştığım daha ileri yaşlardaki kaleciler işlenmiş olmalarına rağmen gerçek değerini bulamamış durumda oluyorlar. Kendilerinin de kabullendiği ve istediği ufak dokunuşlarla değerlerine değer katıyoruz. Karşılıklı güven duygusu, içsel dünyalarındaki hassas dokuların gizliliğine gösterdiğimiz özen aramızda sıkı bir bağın oluşmasına neden oluyor. İhtiyaç duyduğu ve üstünde durmamız gereken teknik ve taktiksel detayları karşı tarafta yetersizlik duygusu uyandırmayacak hassasiyetle planlayarak gidermeye çalışıyorum. Aramızdaki bağ, antrenör-kaleci ilişkisi olmanın çok ötesinde oluyor. Bazen baba şefkati, bazen kardeş paylaşımcılığı, bazen aşamadığı kişisel konularda yol gösterici, bazen danışması gereken bilge kişi konumu saha çalışmalarının haricinde çok yol almamızı sağlıyor. Her ne olursa olsun tereddütsüz sevgi, saygı ve güven başarıya giden yolda sağlam bir temel oluşturuyor. Antrenörlüğümün ilk gününden bugüne çalıştığım tüm kalecilerim ile aramızda sıkı bir sevgi bağı vardır. Uzun süreler görüşemediğim kalecilerim ile bile bu durum hiç değişmez.
Saha bölümüne geçildiğinde ise kalecimin çalışma içeriği hakkında “işte benim ihtiyacım olan çalışma!” duygusunu yakalayabilmesi benim çok önemsediğim bir konudur. Her insanın hayata bakış açısı, olayları algılaması ve tepkileri nasıl birbirinden farklı ise kalecilerin de yapıları birbirinden farklıdır. Aynı anlatım ve uygulamayla her kaleciye aynı derecede etki etmek mümkün değildir. Her kaleci 3 boyutlu ortamda görev yapıyor olsa da her biri oyuncuların pozisyonlarını, topun hareketini farklı algılıyor. Onların zihinsel aktivitelerinin yansımasını anlayabilmek ve ihtiyaçlarına nokta atışı yapmak büyük önem taşıyor.

Bir süre Van Gaal’in asistanlığını yapma şansınız oldu. Yugoslav kaleci ekolü yaratıcılarından Enver Mariç ile çalışmalarda bulundunuz. Almanya, İngiltere, Fransa gibi kaleci yetiştiriciliğinin bir numaralı ülkelerinde seminerlere katıldınız. Bu çalışmalarınız sonucunda ‘Bir Numara Olmak’ adında bir kitap çıkarttınız. Biraz o kitaptan bahsedelim.
Benim mesleğim kaleci antrenörlüğü ve başka bir işle uğraşmıyorum. Büyük bir sevgiyle yaptığım mesleğime bir vefa borcu ödeme duygusuyla kitap hazırlamayı düşündüm. Başlangıç olarak da kalecilerin temel eğitimlerini ilgilendiren bir kaynağın oluşması gerektiği düşüncesi ağırlık kazandı. Ülkelerin farklı temel eğitim metotları olduğunu biliyordum. Yerinde incelemek ve detaylı bilgi sahibi olmak maksadıyla sizin de bahsettiğiniz ülkelerde çok ciddi çalışmalar yaptım. Kaleci konusunda ön plana çıkmış ülkelere baktığımda o coğrafyanın belirli bir genetik yapıya sahip olduğu dikkatimi çekti. Bizim coğrafyamız ise birbirinden farklı çok sayıda etnik yapıyı bünyesinde barındırıyordu. Bu durum birbirinden farklı fizyolojik özellik, anatomik yapı ve çok yönlü bir ruhsal durumun söz konusu olduğunu gösteriyordu. Bir etnik gruba hitap edemeyeceğime göre ortak yapıya uygun bir çalışma yapmam gerekiyordu. Zira ülkemiz yüzyıllardır bir ortak paydada yaşamayı başarmıştı. Benim kitabın basımından birkaç yıl sonra FIFA, dünya kaleciliğine hitap eden uygulanabilir teknik ve taktiksel detayların bir arada olduğu bir kitap yayınladı. Böylece izlediğim yolun doğru olduğu fikri bende daha da netleşmiş oldu. Kitabımda kaleciliğin en temel konularını bir araya toplamaya çalıştım. Yazılı anlatım bölümünde okuma yazmayı yeni öğrenmiş bir çocuğun dahi fotoğraflara hiç bakmadan hareketleri çok net anlayıp uygulayabileceği bir yazı dili kullanmaya çalıştım. Görsel bölümde ise çoklu pozlama tekniği kullanarak bir teknik öğretinin bütün aşamalarını tek bir fotoğraf karesi üzerinden anlatmayı hedefledim. Dört yıllık bir çalışma sonucunda, hiç bir maddi performans beklemeden “BİR NUMARA OLMAK” adlı kitabımı ülkemizin birçok yerine ulaştırmaya gayret ettim. Amatör kulüplerde fedakarca çalışan ve benden talep eden antrenörlerimizin adreslerine ulaştırmaya çalıştım. Ayrıca TFF eğitim dairesince düzenlenen kaleci antrenör kurslarında kaynak kitap olarak yararlanılabilmesi maksadıyla işbirliği içerisinde çok sayıda kursiyere destek verme gayretinde olduk. Yurt dışında da Amerika, Kanada, Dubai, Yunanistan, Rusya, İtalya, İspanya gibi birçok ülkedeki meslektaşlarımın kullanımına sunma imkanım oldu. Almanya’daki Köln Spor Akademisi’nin kütüphanesinde de bir adet bulunmaktadır. “BİR NUMARA OLMAK” geliştirilmeye müsait bir kitaptır. Bu mesleğe gönül vermiş meslektaşlarımın daha da geliştirerek güncellemeleri ve daha etkin hale getirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ortak hedefimiz ülke futbolunun gelişimine katkı sağlamaktır.
Albert Camus okuyup The Beatles, Bee Gees dinliyorsunuz. Hatta konuşmalarınızda Mesnevi’den alıntılar yapıyor, quantum fiziğiyle ilgileniyorsunuz. Bu özellikleriniz ışığında, sizin pencerenizden baktığımızda oyuncuların gelişiminde bilim ve sanatın yeri nedir?
Bilim ve sanat hayatın her alanında yer almaktadır. Gerçekliğin anlaşılır hale gelmesinde bilim devrede iken gerçekle ilgili duyguların ifadesinde sanattan yararlanılmaktadır. Kalecilerin çalışma metotlarının belirlenmesinde de bilimin ışığında yol alınır. Kuvvet çalışmalarından reaksiyon sürat çalışmalarına kadar her bölümde bilimin aydınlığını görmek mümkündür. Topun konumuna göre kalecinin kalesinde doğru noktada konumlanması geometriyi, vücudun ağırlık merkezinin doğru kullanılması fizik kanunlarını ilgilendirmektedir. Kinesiyoloji dediğimiz hareket bilimi kaleciliğin her adımında yer almaktadır. Bilim dünyasında her geçen gün gelişen teknoloji bize sağlıklı ölçümler, analizler yapma, istatistikler çıkarma imkanı sağlamaktadır. Gelişmiş kameralarla her hareketin detayı görüntülenebilmek de, görsel eğitimlerde kısa zamanda olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Psikoloji alanına baktığımızda ruh bilim kaleciliğin vazgeçilmezidir. Bizim daha çok motivasyon adı altında genellediğimiz irade, özgüven, iletişim, sabır, hoşgörü gibi sayısını arttıracağımız konular kaleci için psikolojinin önemli parametreleridir. Kaleci ancak ruhsal durumu iyi bir seviyeye geldikten sonra kaleciliğin aktivitelerini daha etkin bir biçimde yapabilmektedir. Her ne kadar bilimi çok önemsiyor olsam da kalecilik bir bilim değildir. Bilimin ışığında geliştirilmesi gereken futbol oyununun en can alıcı mevkisidir. Sanat dediğimizde resim, heykel, müzik, sinema, tiyatro, edebiyat ilk aklımıza gelenler oluyor. Sanatta, bilimin belirlemiş olduğu gerçeklerin duygu yoluyla aktarımı söz konusudur. Sanatçılar ise konuları kendilerine has yaratıcılıkları ve ruhsal dünyaları ile ifade eden özel insanlardır. Kaleciliğe yansımasına bakacak olursak; bulundukları alan bir şov dünyasıdır. Onlar da temaşa oyununun en önemli aktörlerinden bir tanesidir.
Öte yandan, nasıl ki bir aktör ya da tiyatro sanatçısı evine gittiğinde eş, baba ise ve kendine ait bir yaşamı varsa kaleci için de aynı durum geçerlidir. Bir komedyen sahne dışında da sürekli espri yapan, etrafındakileri güldüren biri değildir. Kaleci de her an plonjon yapma fırsatı kollamaz. Bir aktör, gerçek yaşamında kendi davranış ya da yaşayış biçimiyle hiç alakası olmayan bir rolü üstlenir ve onu en etkili biçimde icra etmeye çalışır. Kaleciler de yaptığı işi bir nevi görsel sanat olarak değerlendirdiklerinde kendi yeteneklerinin daha da farkına varabiliyorlar. Özel yaşamlarında belki de hiç bir zaman gösteremeyecekleri bazı reaksiyonları bu temaşa oyunu içerisinde ortaya koyabiliyorlar. Üstlendikleri kaleci rolünün gereklerini olanca yaratıcılıkları ile birlikte kendi ruhlarını da katarak yansıttıklarında olağanüstü bir esere (yüksek performans) dönüştürebiliyorlar. Yani maç sonunda tezahüratlarla tribünlere çağrılan kaleci, bilimin belirlediği gerçekleri dikkate alarak duygulara hitap etmiş ve başarının da sahibi olmuş oluyor.
Sınırsız sayıda yararlandığımız bilim ve sanat hayatımızın vazgeçilmezidir. Bilim ve sanatla birlikte din ve felsefe de hayatımda ve mesleki çalışmalarımda her daim yer almaktadır..

Uzun yıllardır Mehmet Altıparmak’ın ekibinde görev aldınız. Fakat son Denizlispor macerasında takımdan ilk ayrılan siz oldunuz. Bunca yıllık birlikteliği bitiren ne oldu?
Sayın Mehmet Altıparmak ile 9 yıllık bir çalışma süreci yaşadık ve birçok başarının altına imza attık. Bu dönem benim için bir süreçti ve son derece verimli geçti. Mesleki yaşamımda yeni bir dönemin başlayabilmesi için de bu dönemin sona ermesi gerekiyordu. Zira bir ekip içerisinde iken yeni arayışların peşinde olmak hiç de etik bir davranış olmayacaktı. Sayın Altıparmak’ı ve birlikte başarılarla dolu geçen dönemi sevgi ve saygıyla anmaya devam edeceğim.
Şu an neler yapıyorsunuz? Gelecek planlarınız nasıl?
Kısa bir dinlenme sürecinden sonra, ki o dönemi geçtiğimi düşünüyorum. Bu günlerde birikim ve becerilerimi en verimli şekilde ‘nerede ve kimlerle birlikte kalecilere aktarabilir ve onların performanslarını yükseltebilirim?’ sorusuna doğru cevabı bulmaya çalışacağım. Büyük bir aşkla yaptığım kaleci antrenörlüğü ile öncelikle ülkemiz kaleciliğine mümkün olan en elit seviyede önemli katkılar sağlama gayretinde olacağım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder