Kalecilik, futbol oyunun en nankör ve en zor görevlerinden birisi kuşkusuz. Kaleciler koskoca statlarda, binlerce kişi önünde tek başlarına, yalnızdırlar. Doksan dakika boyunca takım arkadaşlarına sırtlarını dönmeden iki direk arasında kaleyi rakip ataklardan savunmaya çalışırlar. Topun peşinde değildirler ama daima topun karşısında dururlar. Keza bu özellikleri onları sahadaki diğer on kişiden ayırmaktadır.
Ölü noktaya giden bir topu çıkarmaları ya da gol yememeleri normal bir durumdur. Ancak gol yendiğinde bütün sorumluluk onlara yüklenir. Hedef tahtasına onlar geçer ve bir sonraki maça kadar yerden yere vururuz onları. Ceza sahasında olmadık bir müdahale yapıp penaltıya sebebiyet veren defans oyuncusuna kızmak yerine penaltı vuruşunda ‘bir topu tutamıyor ya, bu nasıl kaleci’ deriz. Bunları söyleriz, söyleniriz. Aslında 7.32 metre genişliğinde, 2.44 yüksekliğinde kaleyi savunmak kolay bir iş olmadığı gibi her baba yiğidin de harcı değildir… Buradan yola çıkarak kutsal bir görevi icra eden kalecilerin psikolojisini, kaleci antrenörlerinin çalışmalarını ve Türkiye’deki kalecilik konusunu futbolumuzun gözden kaçırdığı kaleci antrenörlerinden biri olan Haluk Kaplan ile konuştuk. Bilge teknik adamın düşüncelerinin kalecilere, kaleci antrenörü olmak isteyenlere yol gösterebileceğini düşündüğümüz için röportajda herhangi bir kesinti yapmadık, hoca ne söylediyse harfiyen buraya aktardık. İyi okumalar.
İyi bir kaleciyi nasıl
tanımlarsınız? İyi bir kaleci antrenörü olmanın gerekleri nelerdir?
A-Takım seviyesi için benim
değerlendirmeme bakacak olursak; maç oynayan kaleci dengeli ve istikrarlı
iyi bir performans sergiliyorsa kaleci antrenörü iyidir. Diğer kalecilerin
durumu da sıkıntı yaratmayacak derecede ise memnun olunan antrenördür. Eğer oynayan
kaleci de diğerleri de performanslarının en zirvesinde ve sezonun geneline
yayılmışsa kaleci antrenörü başarılıdır. Bir taraftan da, genç bir kaleciyi A
takıma kazandırmışsa çok başarılıdır. Hazırladığı kalecinin
mevkisinin ne kadar hassas ve özel olduğunun farkında olan kaleci antrenörü
zaten önemli aşama kaydetmiş demektir. Teknik, taktik, kondisyon ve psikoloji
konularında kalecilerini hazırlama eğiliminde olanlar ise başarıya daha
yakındır. Kaleciliğin temel prensipleri pek bir değişikliğe uğramasa da,
çalışma metotlarında her geçen gün yenilikler oluyor. Kaleciler bu yenilikleri
fark ederken kaleci antrenörü haberdar değilse orada bütünlüğü oluşturma
konusunda sıkıntı doğabilmektedir. Diğer yandan, maçlarda yaşanabilecek
pozisyonlara yönelik çalışmalarda kaleci antrenörlerine önemli bir sorumluluk
düşmektedir. Eğer kendisi rakip futbolcu rolünü üstlenmişse ayak tekniği
anlamında o rolü yerine getirebilmelidir. Hem sağ hem de sol ayaklı
futbolcuların her ikisinin de rolünü üstlenebilecek durumda ise daha
mükemmeldir. Fizik olarak da çalışmaların temposuna ayak uydurabilmelidir.
Kaleci antrenörlerinin
teknik ekip içerisindeki yeri nedir?
Kaleci antrenörü, teknik direktörün
oynatmak istediği oyun sistemini ve stratejisini çok iyi bilmelidir. Bu anlayış
doğrultusunda kalecilerine özel görev ve sorumluluklar
yüklemektedir. Kalecilerin antrenman ve maç performanslarını sadece kendi
bakış açısına göre değerlendirmekle yetinmemeli, teknik ekibin düşüncelerini de
dikkate almalıdır. Hatta takım oyuncularının kalecilere olan güven
duygusunun ne seviyede olduğunu anlamaya çalışması da önemlidir. Teknik
ekip içerisinde kaleci antrenörlüğü görevi yanında bilgi ve becerisine göre
görev ve sorumluluklar alabilmeli, ekip içerisinde total başarıya hizmet edebilmelidir. Teknik
ekibin, kaleci antrenörüne duyduğu güvenin kalecilerin performansını doğrudan
etkilediği de göz ardı edilmemelidir. Kaleci antrenörü, kalecilerle
bireysel antrenör gibi çalışıyor olsa da onları takım oyunu içerisine adapte
etmesi gerektiği de gözden kaçırılmaması gereken önemli bir konudur.
Kaleci antrenörlüğü
kurslarındaki işleyiş nasıl? Burada verilen eğitimleri yeterli buluyor musunuz?
Hangi meslek olursa olsun, sadece kurs
bitirmekle yeterlilik belgesi almış oluyorsunuz. O mesleğin erbabı olabilmek
için ise daha çok bilgi birikimine sahip olmaya çalışmak, bilgileri düzenli
olarak güncellemek, gelişimi ön planda tutmak ve deneyim yaşamak
gerekiyor. Ülkemizde son döneme baktığımızda TFF Eğitim Dairesi kaleci
antrenör birimince yürütülen kaleci antrenör eğitimi ve kursları Milli Takımlar
Kaleci Departmanı iradesinde faaliyet göstermektedir. Her iki birim
arasında koordinasyonun sağlanmış olması her ne kadar olumlu görünse de, orta
ve uzun vadede olumsuzluklar yaşamaya açık görünmektedir. Biliyoruz ki, A Milli
Takım teknik ekibinin devamlılığında maç performansları belirleyici olmaktadır.
Olası bir teknik ekip değişikliğinde A Milli Takım kaleci antrenörü,
dolayısıyla Milli Takımlar Kaleci Departman sorumlusu da değişmektedir.
Devamlılık esasına bağlı bir işleyişe sahip olmadığımıza göre burada sonsuz bir
istikrarsızlık söz konusu olmaktadır.
İki türlü çözüm olduğunu düşünüyorum.
Birincisi Eğitim Dairesi kaleci birimi ve Milli Takımlar Kaleci Departmanı
birbirinden ayrılmalıdır. İkincisi ve bana göre de olması gereken Milli
Takımlar Kaleci Departman sorumlusunun A Milli Takım teknik direktöründen
bağımsız süreyle görev yapmasıdır. Zira A Milli Takımın maç performansına bağlı
süre ile Türk kaleciliğine yön vermeye çalışmak kabul edilebilir bir yöntem değildir.
Kaleci yetiştiriciliği
konusunda kuşkusuz büyük sıkıntı yaşıyoruz. Bu durumu ufak yaşlardaki
çocukların hep oyunda olmak istemesi, gol atmak ve attırmak gibi rollerde olma
hazlarına kısmen bağlayabilir miyiz?
Önce çocukların “kaleciliğe adım” sürecine
bir bakalım. Biliyorsunuz çocuklar enerji doludur. Koştuklarında, hareket
halinde olduklarında mutludurlar. Doğal olarak futbol topunun peşinden koşmak,
şut atmak onlar için son derece keyif vericidir. Çocukların minik kalplerindeki
futbol sevgisi zamanla artar ve takım tutma eğilimleri başlar. Beğendikleri
oyuncular ile kendilerini özdeşleştirmeleri ve rol model alma durumları ortaya
çıkar. Bu çocuklardan bazıları da kalecilere ilgi duyarlar. Farklı
kıyafetler, renkli eldivenler, topu tutup yere düşmeler haz verir. Kendi
aralarındaki oyunlarda kaleye geçme istekleri başlar ve kendilerini model
aldıkları kaleci gibi hissederler. Onun gibi giyinmeye, topu onun gibi tutmaya,
onun gibi plonjon yapmaya çalışırlar. Tam bu dönemlerde bir kulüpte de eğitim
almaya başlarlarsa kaleci olmaya aday duruma gelirler. Bir taraftan kendi
yaş grubunda çalışmalara devam eder maç oynarken diğer yandan izlediği maçlarda
kalecilere, özellikle de model aldığı kaleciye daha fazla dikkat etmeye başlar.
İzlediği kalecinin pozisyonlardaki başarısı onu daha da şevklendirir. Aynı
kurtarışları maçta kendisinin de yapabileceğini hayal eder. Yaşı
büyüdükçe, aldığı eğitimle ve kalecilik bilgisi de arttıkça başka kalecileri de
model almaya başlar. Buluğ çağını geçtiği dönemde fiziksel yapısı ve kalecilik
becerisi belirginleşir. Ruhsal durumu da destekliyorsa performans kalecisi
olmaya aday demektir. Bu eşiği geçmişse takip ve taklit ettiği kalecilerin
yanında kendi kaleci karakteri de gelişmeye başlar. Son aşamaya gelindiğinde
ise skorun birinci öncelik olduğu maçlarda performans kalecisi olarak görev
alır. Çocukların ilgi duydukları aktivitelerde kim popülerse onu model
almaya çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Ülkemizde çocukların model alabileceği
popülaritesi yüksek yerli ve yabancı futbolcu sayısı kaleci sayısı ile
kıyaslanamayacak kadar fazla olunca çocuklar doğal olarak futbolcu olup topu
ayakla oynayan olmak istiyorlar. Bir de popülaritesi yüksek ve rol model
alabilecekleri kaleci sayısı çok az olunca kaleciliğe ilgi duyan çocuk sayısı
da az oluyor. Başta Süper Lig’in büyük takımlarının kalecileri olmak üzere
tüm performans kalecilerinin, kulüplerine karşı sorumlulukları yanında
çocuklarımızın kaleciliği seçmesinde tercih sebebi olma gibi bir sorumlulukları
da vardır. Bunu gözardı etmemeleri hatta milli bir görev gibi değerlendirmeleri
gerekmektedir.
Yabancı sınırlamasının
kaldırılmasından sonra Türk kalecilerin bu rekabet ortamındaki durumunu nasıl
görüyorsunuz?
Bu sezon Süper Lig’de yer alan
takımların yarısında yabancı kaleciler görev alıyor. Bir önceki sezonda da
durum çok farklı değildi. Yabancı oyuncu sınırlamasının kaldırılmış olmasından
ziyade kulüplerin Türk kalecilerde aradığını bulamamış olma düşüncesi ligdeki
yabancı kaleci sayısının çoğalmasına neden oluyor. Muslera’yı farklı bir
yere koyarsak, ben Türk kalecilerin ülkemizde oynayan yabancı kalecilerin
takımlarına sağladığı katkıyı sağlayabileceklerini biliyorum. Kaleci becerisi
olarak yeterli potansiyele sahip olduklarını da net olarak söyleyebilirim.
Yapılması gereken kalecilerimizde olan potansiyelin yüksek performansa
dönüşmesini sağlayacak metotların uygulanmasıdır. Nasıl oluyor da ülkemize
geldikten sonra isimlerini öğrendiğimiz bir çok kaleci hala oynamaya devam
ediyor? Benim için bu sorunun tek bir cevabı var: Ne yazık ki takip
edebildiğim kadarıyla kalecilerimizin çok büyük bir çoğunluğu limbik sistem
(duygusal beyin) üzerinden hayatını yönlendiriyor. Mesleki reaksiyonları da bu
sistem üzerinden oluyor. Motivasyon dediğimiz faktörle geçici yükselişler
yaşatabiliyor olsak da kalecilerimizin inişli çıkışlı hatta inen ve bir daha
çıkmayan performanslarının gerçek sebeplerini buralarda
aramalıyız. Böylece doğru sonuca gidebilir ve onların performanslarını
kalıcı bir şekilde daha yukarılara taşıyabiliriz.
‘Kaledeki yalnızlık’
futbolun doğasında var şüphesiz. Kötü giden bir süreçte fatura ne defans
dörtlüsüne ne de defansa yardıma gelmeyen kanat oyuncularına kesilir. Genelde
hedef tahtası kaleciler olur. Böylesine bir kritik pozisyonda görev yapan
kalecilerin psikolojileri de diğer oyunculara nazaran farklı olur. Kaleci
antrenörü olarak oyunculara ne gibi psikolojik destekte bulunuyorsunuz?
Yalnızlık terk edilmişliğin, bir başına
kalmışlığın, dost ve arkadaş yoksunluğunun ifadesidir desek herhalde yanlış
olmaz. Kalecinin durumu ise tamamen farklıdır. Görevi gereği çizgilerle
belirlenmiş alanda topu elle tutabilme serbestliği olan kaleci, tabi ki
futbolcular gibi sahanın diğer alanlarına koşular yapmıyor (istisnai durumlar
hariç). Her gol sevincinde takım arkadaşlarını kucaklayamıyor fakat sürekli
onlarla iletişim halinde olduklarında yalnızlıktan söz etmemiz çok doğru
olmaz. Kaleciler mevkilerinin görev ve sorumluluklarını iyi bilirler ve
mevki seçimlerini bu doğrultuda yapmışlardır. O halde seçilmiş yalnızlık,
yalnızlık değildir. İletişimi tamamen kopmuş insanların durumu
yalnızlıktır. Futbol oyununda daha çok hücum eden, oyunun büyük
çoğunluğunu 2. ve 3. bölgede oynayan takımların kalecileri bazen yere yatmadan
maçı bitirebiliyor. Böyle zamanlarda kaleciler için oyunun içinde olmak ve
pozisyon hakimiyeti konularında sıkıntılar yaşayabiliyorlar. Kaleciler
oyunun uzakta oynandığı bölümde futbol dışı konuları düşünmeye meyillidirler.
Bazen tribündeki her hangi bir objeye takılabilirler, maç sonrasına yönelik
kişisel plan yapma eğilimde olabilirler. Aile fertleri gözlerinin önüne gelecek
kadar oyundan uzaklaşabilirler.
Kalecilerin oyundan uzaklaşmamaları
adına onlara bir takım sorumluluklar vermek etkili bir yöntemdir. Takımın
topa sahip olduğu bölümde hücum organizasyonunun teknik direktörün sistemi ve
taktiksel anlayışı içerisinde gelişip gelişmediğini takip etmek ve ikazlarda
bulunmak takıma katkı sağladığı kadar kalecinin kendi maç konsantrasyonunu da
aktif halde tutar. Oyunu ihtiyaç duyulan konsantrasyonla oynayabilen kalecinin
performansı her zaman yüksek olur. Kalecilik futbol oyununun sorumluluğu
en ağır mevkisidir. Hiçbir hata pas geçilmez, hepsi gözler önüne serilir ve
eleştiriye tabi tutulur. Hatta bazen kalecinin de bir insan olduğu unutulacak
kadar ileri gidilir. ‘Futbol hatalar oyunudur’ diyenlerin kaleci hatalarını
şiddetle eleştirmeleri de bir ironidir. Kaleci bilmelidir ki o,
arkadaşlarının hatasını telafi edebilir fakat onun hatalarını telafi edecek
birileri olmayacaktır. Bazen arslanlara atılan yem gibi eleştirmenlerin ağır
eleştirilerine maruz kalacaktır. Yediği bir gol sonrası kendi taraftarlarının
ıslıkladığı tarifi imkansız duyguları yaşadığı anlar olacaktır (yaşanabilecek
olumsuzluklar adına örnekleri çoğaltmak mümkün). Kaleciliğe talip olan kişi
bütün bu zorlukları bilir ve üstesinden gelebileceği düşüncesi ile bu zor
mevkiye talip olur. Zorlukların üstesinden gelebilecek iradeye sahip, haklı
eleştirileri olgunlukla karşılayan ve onları anlayabilen, cesaretle ve hiçbir
öz güven kaybı yaşamadan işini en etkin bir şekilde yapma gayretinde olan
kaleciler için başarının kapıları sonuna kadar açıktır. Kalecilerin bu
olumlu ruhsal yapıda olabilmelerini sağlamak ise kaleci antrenörlerinin başarı
seviyeleri adına bir değerlendirme unsurudur.
Kalecilere genelde
deli, asabi, çılgın yakıştırması yapılır. Hatta futbolumuzda bu tarz
kelimelerle bütünleştirecek birçok isim var. Siz bu konu hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Kaleciler için kullandığımız “deli”
ifadesini esasında literatürdeki manada kullanmıyoruz. Yoksa aklı dengesi
bozuk, ruh hastası birisine büyük yatırımların yapıldığı futbol takımının
kalesi nasıl teslim edilebilir. Kalecilik mevki itibarıyla o kadar
sıradışı bir görevdir ki kalecilerin de sıradışı davranışlar sergiliyor
olması normaldir. Kalede enerji dolu, coşkun, kimi zaman çılgın bir
kaleciyi izlemekten hangimiz haz duymayız? Çılgınlık kalecilikte önemli bir ruh
halidir ve aynı zamanda hata yapmaktan korkmama sanatıdır. Hiçbir
pozisyonda rakibe teslim olmayan, enerji yüklü, takım arkadaşları ile sürekli
diyalog halinde olan, mevkinin bütün inceliklerini bilen ve hata yapmaktan asla
korkmayan cesur ve iradeli bir insan… İşte onun adı kaleci… Şimdi siz
değerlendirin kaleci deli midir? Değil midir?
Bir başka pencereden bakarsak aslında
delilik hepimizin ruhunda var ve farklı biçimlerde yansıtabiliyoruz. Erasmus
“Deliliğe Methiye” kitabında bakın deliliği ne kadar güzel ifade
ediyor: “Akıl ne kadar can sıkıcı ve azap vericiyse, delilik o kadar hafif
ve keyiflidir. Devam eden her şeyde delilikten bir parça vardır! Her güçlük
karşısında başvurulan delilikler olmasa nasıl yaşanır?” O halde kim
birazcık deli olmak istemez ki?
Genelde herkes
kaleciler için ‘Yenilecek golü yesin tutulacak topu tutsun’ derler. Kaleci
antrenörü olarak bu düşünceye katılıyor musunuz?
Sorunuza öncelikle soruyla cevap vermek
ve bana göre kaleciyi tanımlamak isterim. Bir maç düşünün; teknik direktör
takımın oynadığı oyundan memnun, isteklerinin sahaya yansıdığını düşünüyor.
Taraftar coşkulu ve sonuca gideceklerinden emin.. Derken çok kolay bir yüksek
topta kaleci zamanlama hatası yapıyor, boşa çıkıyor ve gol oluyor. Maçın
genelinde kaleci birkaç pozisyonda beklenmedik kurtarış yapıyor ama maç 1-0
sona eriyor. Bir başka maçta takım yine iyi oynuyor hatta kaleci de bazı
pozisyonlarda başarılı performans sergiliyor.. Defans oyuncusu topu rastgele
uzaklaştırmak yerine rahat pozisyonda olan kalecisine oynuyor. Kaleci
kolaylıkla pas verebileceği arkadaşı olmasına rağmen zor olanı seçip rizikolu
bir pas kullanıyor. Rakip oyuncu topu kazanıyor ve gol yapıyor. Takım
maçı lehine çevirmeye çalışırken bir tane de hızlı hücumdan gol
yiyor. Kazanabilecekleri maç net bir mağlubiyete dönüşüyor. Teknik
direktör olsanız yahut takımın sempatizanı olsanız, her maç olağanüstü kurtarış
yapabilme potansiyeline rağmen her an beklenmedik çok basit hata yapabilen bir
kaleci ister miydiniz? Benim için iyi kalecinin karşılığı; öncelikle
zorluk derecesi düşük toplara müdahalede başarı oranını maksimum seviyeye
çıkarmak ve sezon boyu istikrarı yakalayabilmektir. Bu tip bir kaleci her zaman
güven verir. Sistematik çalışmalar sonucunda istikrarı yakalayan
kalecinin, zorluk derecesi düşük olduğunu düşündüğü müdahaleleri izleyenler
olağanüstü kurtarış olarak alkışlarken o pozisyon, kalecinin algısında son
derece kolaydır. O halde diyebiliriz ki, “basit doğruları istikrarlı bir
şekilde yaparak üstün performansı yakalayan kaleci en ideal olanıdır.”
Her ülkenin farklı
kalecilik modelleri var. Bu modeller ülkelerin futbol kültürüyle ilintili
olarak ortaya çıkıyor ve gelişiyor. Dünya futboluyla kıyasladığınızda Türk
kalecilik modelini nasıl tanımlarsınız?
Geçmişten günümüze baktığımızda bir
Alman ekolünü hepimiz biliyoruz. Keza Slav ırkına hitap eden bir de Yugoslav
ekolü vardı. Daha sonraları Latin Amerika’da bir model gelişti. Ülkemizin
kendisine ait bir kaleci modeli olmasa da, Yugoslav ekolünün yoğun etkisini
görmek mümkündür. Türk futbol tarihine baktığımızda Ivançeviç’ten Simoviç’e,
Ljukovcan’dan Hasagiç’e Yugoslav ekolünde yetişmiş çok sayıda kaleci geldi.
Performansları ile Türk kaleciler için idol oldular. Kaleci antrenörlüğünün
olmadığı dönemlerde ise onlarla birlikte aynı takımda bulunma imkanını
yakalayan kaleciler teknik, taktik ve kaleciliğin felsefi yönü hakkında daha
donanımlı hale geldiler.
Geçen zaman içerisinde Yugoslav kaleci
ekolü ülke genelinde farkında olmadan yaygın bir şekilde Türk kaleciliğine yön
verir hal aldı. Son dönemde Latin Amerika’dan gelen Cordoba’nın yarı vole
vuruşları ile uzun mesafeli isabetli pasları onu fenomen haline
getirdi. Bir başka Latin Amerikalı kaleci Muslera, kalede doğru pozisyon
almanın kritik kurtarışlar da ne kadar önemli olduğunu her sezon hatırlatmaya
devam ediyor. Günümüzde takımın pas trafiği içerisine dahil edilen
kaleciler, ayak tekniğini daha etkin kullanmaya zorlanıyorlar. Ne yazık ki
ülkemizde bu konu henüz istenilen seviyeye gelemedi. Sonuç olarak ülkemize
has bir modele sahip olmasak da kalecilik konusunda global bilgiye sahibiz
diyebiliriz. Son yıllarda birçok ülkenin milli takım seviyesindeki kalecileri
kulüplerimizce transfer ediliyorlar. Bizler de onların kalecilik özelliklerini
yakından tanıma imkanı bulabiliyoruz. Hangi ülke ne tür kaleci eğitim
modeli uygularsa uygulasın gerçek şu ki, bir kaleci en kısa yoldan ve en kısa
sürede topa müdahale edebilmelidir. Zira bu anlayış kaleciliğin temelini
oluşturmaktadır.
Gittiğiniz takımlarda
kalecilere sihirli dokunuşlar yapıyorsunuz. Ali Şaşal’ın Milli Takıma kadar
yükselişinde sizin payınız var. Yine aynı şekilde Fevzi Elmas ve Soner Şahin’in
de gelişiminde sizin çalışmalarınızın etkisini görüyoruz. Bunun yanı sıra
Haydar Yılmaz, Kazım Sarı ve İsmail Şahmalı gibi belli bir yaşa erişmiş/belli
bir seviyeye gelmiş isimlere eşik attırıp yeniden doğmalarına vesile oldunuz.
Bunun sırrı nedir? Ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Çalıştığım her kaleciyi işlenmesi
gereken kıymetli bir maden gibi görüyorum. Onu işlemek ruhsal yapı ile
başlıyor. Bu konu ise bir röportaj süresine sığmayacak kadar geniş ve derin…
Çalıştığım daha ileri yaşlardaki kaleciler işlenmiş olmalarına rağmen gerçek
değerini bulamamış durumda oluyorlar. Kendilerinin de kabullendiği ve istediği
ufak dokunuşlarla değerlerine değer katıyoruz. Karşılıklı güven duygusu,
içsel dünyalarındaki hassas dokuların gizliliğine gösterdiğimiz özen aramızda
sıkı bir bağın oluşmasına neden oluyor. İhtiyaç duyduğu ve üstünde
durmamız gereken teknik ve taktiksel detayları karşı tarafta yetersizlik
duygusu uyandırmayacak hassasiyetle planlayarak gidermeye
çalışıyorum. Aramızdaki bağ, antrenör-kaleci ilişkisi olmanın çok ötesinde
oluyor. Bazen baba şefkati, bazen kardeş paylaşımcılığı, bazen
aşamadığı kişisel konularda yol gösterici, bazen danışması gereken bilge
kişi konumu saha çalışmalarının haricinde çok yol almamızı sağlıyor. Her ne
olursa olsun tereddütsüz sevgi, saygı ve güven başarıya giden yolda sağlam bir
temel oluşturuyor. Antrenörlüğümün ilk gününden bugüne çalıştığım tüm
kalecilerim ile aramızda sıkı bir sevgi bağı vardır. Uzun süreler görüşemediğim
kalecilerim ile bile bu durum hiç değişmez.
Saha bölümüne geçildiğinde ise kalecimin
çalışma içeriği hakkında “işte benim ihtiyacım olan çalışma!” duygusunu
yakalayabilmesi benim çok önemsediğim bir konudur. Her insanın hayata
bakış açısı, olayları algılaması ve tepkileri nasıl birbirinden farklı ise
kalecilerin de yapıları birbirinden farklıdır. Aynı anlatım ve uygulamayla her
kaleciye aynı derecede etki etmek mümkün değildir. Her kaleci 3 boyutlu
ortamda görev yapıyor olsa da her biri oyuncuların pozisyonlarını, topun
hareketini farklı algılıyor. Onların zihinsel aktivitelerinin yansımasını
anlayabilmek ve ihtiyaçlarına nokta atışı yapmak büyük önem taşıyor.
Bir süre Van Gaal’in
asistanlığını yapma şansınız oldu. Yugoslav kaleci ekolü yaratıcılarından Enver
Mariç ile çalışmalarda bulundunuz. Almanya, İngiltere, Fransa gibi kaleci
yetiştiriciliğinin bir numaralı ülkelerinde seminerlere katıldınız. Bu
çalışmalarınız sonucunda ‘Bir Numara Olmak’ adında bir kitap çıkarttınız. Biraz
o kitaptan bahsedelim.
Benim mesleğim kaleci antrenörlüğü ve
başka bir işle uğraşmıyorum. Büyük bir sevgiyle yaptığım mesleğime bir vefa
borcu ödeme duygusuyla kitap hazırlamayı düşündüm. Başlangıç olarak da
kalecilerin temel eğitimlerini ilgilendiren bir kaynağın oluşması gerektiği
düşüncesi ağırlık kazandı. Ülkelerin farklı temel eğitim metotları olduğunu
biliyordum. Yerinde incelemek ve detaylı bilgi sahibi olmak maksadıyla sizin de
bahsettiğiniz ülkelerde çok ciddi çalışmalar yaptım. Kaleci konusunda ön
plana çıkmış ülkelere baktığımda o coğrafyanın belirli bir genetik yapıya sahip
olduğu dikkatimi çekti. Bizim coğrafyamız ise birbirinden farklı çok sayıda
etnik yapıyı bünyesinde barındırıyordu. Bu durum birbirinden farklı fizyolojik
özellik, anatomik yapı ve çok yönlü bir ruhsal durumun söz konusu olduğunu
gösteriyordu. Bir etnik gruba hitap edemeyeceğime göre ortak yapıya uygun
bir çalışma yapmam gerekiyordu. Zira ülkemiz yüzyıllardır bir ortak paydada
yaşamayı başarmıştı. Benim kitabın basımından birkaç yıl sonra FIFA, dünya
kaleciliğine hitap eden uygulanabilir teknik ve taktiksel detayların bir arada
olduğu bir kitap yayınladı. Böylece izlediğim yolun doğru olduğu fikri bende
daha da netleşmiş oldu. Kitabımda kaleciliğin en temel konularını bir
araya toplamaya çalıştım. Yazılı anlatım bölümünde okuma yazmayı yeni öğrenmiş
bir çocuğun dahi fotoğraflara hiç bakmadan hareketleri çok net anlayıp
uygulayabileceği bir yazı dili kullanmaya çalıştım. Görsel bölümde ise
çoklu pozlama tekniği kullanarak bir teknik öğretinin bütün aşamalarını tek bir
fotoğraf karesi üzerinden anlatmayı hedefledim. Dört yıllık bir çalışma
sonucunda, hiç bir maddi performans beklemeden “BİR NUMARA OLMAK” adlı kitabımı
ülkemizin birçok yerine ulaştırmaya gayret ettim. Amatör kulüplerde fedakarca
çalışan ve benden talep eden antrenörlerimizin adreslerine ulaştırmaya
çalıştım. Ayrıca TFF eğitim dairesince düzenlenen kaleci antrenör
kurslarında kaynak kitap olarak yararlanılabilmesi maksadıyla işbirliği
içerisinde çok sayıda kursiyere destek verme gayretinde olduk. Yurt
dışında da Amerika, Kanada, Dubai, Yunanistan, Rusya, İtalya, İspanya gibi
birçok ülkedeki meslektaşlarımın kullanımına sunma imkanım oldu. Almanya’daki
Köln Spor Akademisi’nin kütüphanesinde de bir adet bulunmaktadır. “BİR
NUMARA OLMAK” geliştirilmeye müsait bir kitaptır. Bu mesleğe gönül vermiş
meslektaşlarımın daha da geliştirerek güncellemeleri ve daha etkin hale
getirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ortak hedefimiz ülke futbolunun
gelişimine katkı sağlamaktır.
Albert Camus okuyup
The Beatles, Bee Gees dinliyorsunuz. Hatta konuşmalarınızda Mesnevi’den
alıntılar yapıyor, quantum fiziğiyle ilgileniyorsunuz. Bu özellikleriniz
ışığında, sizin pencerenizden baktığımızda oyuncuların gelişiminde bilim ve
sanatın yeri nedir?
Bilim ve sanat hayatın her alanında yer
almaktadır. Gerçekliğin anlaşılır hale gelmesinde bilim devrede iken gerçekle
ilgili duyguların ifadesinde sanattan yararlanılmaktadır. Kalecilerin
çalışma metotlarının belirlenmesinde de bilimin ışığında yol alınır. Kuvvet
çalışmalarından reaksiyon sürat çalışmalarına kadar her bölümde bilimin
aydınlığını görmek mümkündür. Topun konumuna göre kalecinin kalesinde
doğru noktada konumlanması geometriyi, vücudun ağırlık merkezinin doğru
kullanılması fizik kanunlarını ilgilendirmektedir. Kinesiyoloji dediğimiz
hareket bilimi kaleciliğin her adımında yer almaktadır. Bilim dünyasında
her geçen gün gelişen teknoloji bize sağlıklı ölçümler, analizler yapma,
istatistikler çıkarma imkanı sağlamaktadır. Gelişmiş kameralarla her hareketin
detayı görüntülenebilmek de, görsel eğitimlerde kısa zamanda olumlu sonuçlar
alınabilmektedir. Psikoloji alanına baktığımızda ruh bilim kaleciliğin
vazgeçilmezidir. Bizim daha çok motivasyon adı altında genellediğimiz irade,
özgüven, iletişim, sabır, hoşgörü gibi sayısını arttıracağımız konular kaleci
için psikolojinin önemli parametreleridir. Kaleci ancak ruhsal durumu iyi bir
seviyeye geldikten sonra kaleciliğin aktivitelerini daha etkin bir biçimde
yapabilmektedir. Her ne kadar bilimi çok önemsiyor olsam da kalecilik bir
bilim değildir. Bilimin ışığında geliştirilmesi gereken futbol oyununun en can
alıcı mevkisidir. Sanat dediğimizde resim, heykel, müzik, sinema, tiyatro,
edebiyat ilk aklımıza gelenler oluyor. Sanatta, bilimin belirlemiş olduğu
gerçeklerin duygu yoluyla aktarımı söz konusudur. Sanatçılar ise konuları
kendilerine has yaratıcılıkları ve ruhsal dünyaları ile ifade eden özel
insanlardır. Kaleciliğe yansımasına bakacak olursak; bulundukları alan bir
şov dünyasıdır. Onlar da temaşa oyununun en önemli aktörlerinden bir tanesidir.
Öte yandan, nasıl ki bir aktör ya da
tiyatro sanatçısı evine gittiğinde eş, baba ise ve kendine ait bir
yaşamı varsa kaleci için de aynı durum geçerlidir. Bir komedyen sahne
dışında da sürekli espri yapan, etrafındakileri güldüren biri değildir. Kaleci
de her an plonjon yapma fırsatı kollamaz. Bir aktör, gerçek yaşamında
kendi davranış ya da yaşayış biçimiyle hiç alakası olmayan bir rolü üstlenir ve
onu en etkili biçimde icra etmeye çalışır. Kaleciler de yaptığı işi bir
nevi görsel sanat olarak değerlendirdiklerinde kendi yeteneklerinin daha da
farkına varabiliyorlar. Özel yaşamlarında belki de hiç bir zaman
gösteremeyecekleri bazı reaksiyonları bu temaşa oyunu içerisinde ortaya
koyabiliyorlar. Üstlendikleri kaleci rolünün gereklerini olanca yaratıcılıkları
ile birlikte kendi ruhlarını da katarak yansıttıklarında olağanüstü bir esere
(yüksek performans) dönüştürebiliyorlar. Yani maç sonunda tezahüratlarla
tribünlere çağrılan kaleci, bilimin belirlediği gerçekleri dikkate alarak
duygulara hitap etmiş ve başarının da sahibi olmuş oluyor.
Sınırsız sayıda yararlandığımız bilim ve
sanat hayatımızın vazgeçilmezidir. Bilim ve sanatla birlikte din ve
felsefe de hayatımda ve mesleki çalışmalarımda her daim yer almaktadır..
Uzun yıllardır Mehmet
Altıparmak’ın ekibinde görev aldınız. Fakat son Denizlispor macerasında
takımdan ilk ayrılan siz oldunuz. Bunca yıllık birlikteliği bitiren ne oldu?
Sayın Mehmet Altıparmak ile 9 yıllık bir
çalışma süreci yaşadık ve birçok başarının altına imza attık. Bu dönem benim
için bir süreçti ve son derece verimli geçti. Mesleki yaşamımda yeni bir
dönemin başlayabilmesi için de bu dönemin sona ermesi gerekiyordu. Zira bir
ekip içerisinde iken yeni arayışların peşinde olmak hiç de etik bir davranış
olmayacaktı. Sayın Altıparmak’ı ve birlikte başarılarla dolu geçen dönemi
sevgi ve saygıyla anmaya devam edeceğim.
Şu an neler
yapıyorsunuz? Gelecek planlarınız nasıl?
Kısa bir dinlenme sürecinden sonra, ki o
dönemi geçtiğimi düşünüyorum. Bu günlerde birikim ve becerilerimi en verimli
şekilde ‘nerede ve kimlerle birlikte kalecilere aktarabilir ve onların
performanslarını yükseltebilirim?’ sorusuna doğru cevabı bulmaya
çalışacağım. Büyük bir aşkla yaptığım kaleci antrenörlüğü ile öncelikle
ülkemiz kaleciliğine mümkün olan en elit seviyede önemli katkılar sağlama
gayretinde olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder